Henüz yedi yaşımdaydım
Ben Mahmut.
Annem öldüğünde yedi yaşındaydım.
Babam içine kapandı, ben de çocuk perişandım
Üç ay sonra Gülbahar’ı getirdi. “Bu senin annen,” dedi.
O gün evin içinden ne sıcaklık kaldı, ne huzur.
Gülbahar, babamın yanında süt dökmüş kedi gibiydi.
Ama babam kapıdan çıkar çıkmaz, ben o kadının gölgesinde bile titrerdim.
Sopa elimde titriyordu. Gülbahar hâlâ ne olduğunu fark etmemişti.
Parmaklarım kızarmış, gözüm yaşlıydı.
Babam sessizce içeri girdi.
Ayakkabısını bile çıkarmadan.
Gülbahar tam bana bir tokat daha savuracakken, babam kolunu tuttu.
İlk defa.
Onun sesiyle değil, gözleriyle bağırdı:
“Ne yapıyorsun sen?”
Gülbahar durdu. Kıpkırmızı oldu.
“Disiplin veriyorum. Bu çocuk beni dinlemiyor. Annesine sövüyor. Okula gitmiyor. Her şeyi yapıyor,” dedi.
Ama ben o an anladım…
Babam, artık o sözlere inanmıyordu.
Yavaşça yanıma geldi.
Parmaklarıma baktı. Sırttaki morlukları gördü.
Defterimi eline aldı, o küçük notu okudu bir daha.
Sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı.
İlk defa diz çöktü.
Gözümün hizasına indi.
Elini omzuma koydu.
“Ben hiçbir şey duymadım oğlum…” dedi,
“Ama bundan sonra her şeyi göreceğim.”
—
O gün Gülbahar ne kapıdan kovuldu, ne de dayağı yedi.
Ama babam o gece ilk defa mutfakta iki tabak koydu.
Birini bana uzattı, sıcak çorbayla doluydu.
Gülbahar masaya oturmadı.
O gece evin içi sessizdi.
Ama ben ilk kez gerçekten doydum.
Babamla göz göze geldik.
Ve sadece bir kelime fısıldadım:
“Teşekkür ederim…”